Bone dergisi icin verilmis ropörtaj
İlgi alanınız toplumsal ritüeller. Ritüeller günümüzde farklı sosyal grupların kimlik ve temsilinde nasıl bir rol oynuyor?
Ritüeller yapıcı ve performatif olgulardır. Katılanlar bir şeyi “yaparlar”. Bu yazmaktan ve söylemekten daha etkili. Şimdi, kimlik derseniz, ritüeller sosyal kimliklerin belirlenmesinde aktif rol oynuyor. Düğün ya da bayram ritüellerini düşünün. Bunlar bir anlamda toplumun sosyal kimliğinin temsiliyetleridir. Bu tür merasimlerdeki performatif anlarda, mesela danslar ya da selamlaşmalarda, katılan bireyler bir şeyler yaparlar ve yaparak kültürel kimliklerini tekrar hatırlarlar. Bu merasimler belli aralıklarla ve mütemadiyen yapıldığı için de hatırlama edimi tekrarlanıp, kimliğe dair bazı şeyler garanti altına alınır. Örneğin, buna dair güzel ve ironik bir iş var Gülsün Karamustafa’nın SALT Beyoğlu’ndaki sergisinde. Hani yemek masasında, üzerine adab-ı muaşeret kurallarının resmedildiği tabak çanakların sergilendiği iş. Burada bir şark toplumunun batı dünyasına ait bir dizi ritüeli nasıl adapte ettiğinin eleştirisi var. Her yemekten sonra, her selamlaşmadan sonra daha fazla batılı bir kimliğe bürünmek söz konusu. Yani ödünç alınmış ritüellerle yeni bir kimliğin temsili, hatta inşaası mümkün olabiliyor.
“Sanatım ‘kendi’den topluma doğru bir yolculuktur” sözünüzden yola çıkacak olursak, bu yolculukları gözlemlemekte ve sunmakta temel amacınız nedir?
Başlarken böyle başlamadım aslında. Taşa yazılmış bir amacım yoktu yani. Benim ki olsa olsa hani kaldırıma yama yapmak için yere çimento dökülür de bir haylaz gelip parmağıyla ıslak çimentoya ismini yazar ya, onun gibi. Bir hisle, bir içgüdü ile başlıyorum. Aslında bir çok sanatçı için geçerli bu durum. Oldukça kişisel ve duygusal edimler sanat işleri. Bu denli duygusal ve içgüdüsel yapılan işleri analitik yöntemlerle okumaya çalışmak o çimento parçasını çerçeveleyip duvara asmak olurdu. Bence, bırakalım o çimento yerde kalsın, hatta yazısı silinsin gitsin. Ancak sanatçı bir süre sonra geri dönüp kendi pratiğine baktığında bazı çizgilerin belirgin olduğunu görebilir. Ben de yaptıklarıma baktığımda şunu görmüştüm: sıklıkla toplulukların nasıl beraber hareket ettiklerini, bireysel bir kimlik inşaasından çok sosyal bir kimliğin nasıl temsil edildiğini belgelemişim. Buna tezat olarak, kendi geçmişim hep bireysel duruş ya da bireyin başarısı ve bunun getirdiği stres ile dolu. Tabi olduğum eğitim sistemi de, sanat endüstrisi de bunu körüklemiştir muhakkak. İlk işim 2004 yılına denk geliyor, bu sözü ise bu sene söyledim. On sene almış böylesi genel bir çizgiden söz etmek için. Baştan bunu bilseydim sonuçlar bu kadar ilginç olur muydu pek emin değilim. Bu bağlamda sanat eğitimini de sıklıkla sorguluyorum. Yeni bir iş yapmayı planlayan genç sanatçıya “bunu niye yapıyorsun, anlat bakıyım?” diye sormak oldukça ürkütücü.
Şimdiye kadar tanık olduğunuz en ilginç ritüel neydi?
Gezi parkı direnişi. Kısa sürdü ama bazı günlük aktiviteler hemen ritüelleşti. Ayrıca herkes kendi sosyal kimliklerine ait ritüelleri oraya getirip, gece gündüz “yaptı”. Ritüellerin en önemli özelliklerinden biri kenetlenme ise, Gezi’de onun alası oldu. Bu kenetlenmenin etkisini dalga dalga yaşadık. Orda olup birinci elden etkilenenler, sosyal medyadan katılıp ordaymış gibi etkilenenler, daha sonra hatırlayıp da anısı ile etkilenenler… Hatta bir de olan bitene karşı olanların da etkilenmesi var. Bu kadar farklı katmanları olan bir toplumu bu denli etkileyen bir sosyal hareket oldu, ki bu hiç yabana atılır bir şey değil. Her şeyi altüst etti.
2014 için planlarınız neler?
Gezi’den sonra planlar değişti tabii. Önümüzdeki seneler Türkiye için önemli. Sanırım hepimizin elimizi taşın altına koymamız gerekecek. Bir şey başladı, Pandora’nın kutusu açıldı, devamının gelmesi iyi olur. Ben de bir şekilde, bir yerinden tutacağım.
Sanatla ilgili derseniz, SALT Ulus’daki sergiyi sadece bir sergi olmanın ötesinde yan etkinliklerle zenginleştirilmiş bir platform olarak planlıyoruz. Bu bağlamda bir dizi konuşma ve söyleşi olacak. Sergilenen işlerin vesile olduğu konularda, alanında uzman kişileri davet edip bizi bilgilendirmelerini isteyeceğiz. Bunun dışında ben de Bilkent Üniversitesi Kentsel Tasarım bölümünde otogarlar üzerine bir workshop vereceğim. Ankara Otogarı (AŞTİ) ile sergide görülen Tel Aviv Otogarı (Tachana Merkazit) arasında garip benzerlikler görüyorum; hem mimari hem de sosyal açıdan. Buradan yola çıkarak Türkiye ve dünyadaki seyahat mimarisi ve getirdiği sosyal olguları beraber etüd edeceğiz. Burada da amaç değil, süreç önemli olacak.
söylesinin inglizce cevirisi burada.
Leave a Reply